Merhaba,
Label

40. ULUSAL HEMATOLOJİ KONGRESİ BASIN BÜLTENİ

28.10.2014

 

40. Ulusal Hematoloji Kongresi, 22-25 Ekim 2014 tarihleri arasında Titanic Kongre Merkezi, Belek /Antalya’da düzenleniyor.

Ulusal Hematoloji Kongre’leri 47 yıllık köklü bir geçmişe sahip olan Türk Hematoloji Derneği tarafından düzenli olarak organize edilmekte ve ülke çapında hematoloji konusunda gerçekleştirilen en büyük organizasyon olma özelliğini taşımaktadır.

Bu yıl kongre programında on dört bilimsel konferans oturumu, yedi uydu sempozyum, altı uzmanına danışın oturumu, on iki sözlü sunu ve çok merkezli bilimsel çalışmalara ayrılmış bir Türk Kan Bilim Ağı oturumu yer almaktadır.

Kongre sırasında uluslararası saygın hematoloji dernekleri ile ortak eğitim oturumlarına da yer verilmektedir. Türk Hematoloji Derneğinin uluslararası hematoloji camiasındaki ilişki düzeyi bu toplantıları rutin hale getirmiştir. Bunlardan birisi kanama ve pıhtlaşma hastalıkları konusunda dünyadaki en önemli bilimsel dernek olan “International Society on Thrombosis and Haemostasis (ISTH)” ile ortak düzenlenecek eğitim oturumlarıdır. Diğer ortak eğitim oturumları ise Avrupa’daki tüm ülkeleri kapsayan tek hematoloji derneği olan EHA (Avrupa Hematoloji Birliği)  ile birlikte düzenlenecektir. Türk Hematoloji Derneği ile EHA arasında bu kongre sırasında ortak aktivitelerin  gelecekte devamı bir  sözleşme altına alınacaktır. Bu sözleşme EHA’nın bir ulusal hematoloji derneği ile gerçekleştireceği ilk sözleşme olacaktır.

Kongreye 17 konu başlığında toplam 539 bildiri gönderilmiştir. Bunlar arasından seçilen 72 bildiri sözel diğerleri ise poster olarak sunulacaktır. Kongremize sunulmak üzere gönderilmiş çok merkezli çalışmalardan  seçilen  6’sı  TÜRKBA (Türk Kan Bilim Ağı) oturumunda sunulacaktır. Hakemler  tarafından çalışmaları başarılı bulunan 22 genç bilim insanına da kongreye katılabilmeleri için genç katılımcı ödülü verilmiştir.

Kongrenin üçüncü günü akşamında ise geleneksel ödül töreni yapılacaktır. Bilimsel jüri tarafından başarılı bulunacak bilimsel çalışmaların sahipleri bu sırada ödüllerini alacaklardır. Tören sırasında hematoloji yan dalını tamamlayan Türk Hematoloji Okulu öğrencilerine mezuniyet belgeleri verilecektir. Türk Hematoloji Okulu derneğimizin bir eğitim aktivitesidir. Türkiye’de hematoloji yan dal ihtisası yapan tüm hekimler ihtisasları süresince yılda 4 kez, her defasında başka bir ilde olmak üzere eğitim toplantılarına çağrılarak derneğimiz sponsorluğunda programlı bir eğitim almaktadırlar. Bu eğitim sürecini (3 yıl) tamamlayanlar kongre sırasında derneğimizden “ sembolik” diplomalarını almaktadırlar.

Bu yılki Ulusal Hematoloji Kongresi’nde Türk Hematoloji Derneği tarafından hazırlanmış olan, çeşitli kan hastalıkları ile ilgili yeni veya güncellenmiş tanı ve tedavi rehberleri, kitaplar ve benzeri basılı bilimsel kaynaklar hematologlara ulaştırılacaktır.

 

 

 

KAN HASTALIKLARINDA YENİ BİLİMSEL GELİŞMELER

 

40. ULUSAL HEMATOLOJİ KONGRESİNDE SUNULAN ÖNEMLİ BİLİMSEL ÇALIŞMALARDAN ÖRNEKLER

 

Türk Kanbilim Ağı Çalışmalarının Meyvelerinden Bir Yenisi: 

Yaşlı Akut Lösemiler İçin Yeni Tedavi Yöntemi Araştırıldı

                                

16 farklı hematoloji merkezi tarafından ortak yapılan araştırmada, 2009-2014 tarihleri arasında 60 yaş üstünde olan 130 hastanın sonuçlarına göre kemoterapi dışı yeni bir tedavi yöntemi ile elde edilen sonuçlar ortaya kondu. Bu tedaviler lösemi seyrinde önemli klinik düzelmelere yol açmıştır. Uygulanan kür sayısı arttıkça, hastaların yaşam kalitisinde düzelme görülmüştür. İleri yaşta olmaları nedeniyle standart kemoterapilerle tedavilere uygun olmayan hasta grubunda yeni ilaçlar yeni bir tedavi kapısı açmıştır.

 

 

Tam Uyumlu Kemik İliği Vericisi Bulunamayan Hastalar İçin Alternatif Bir Nakil Yöntemi: Yarı Uyumlu Nakiller-Sonuçlar Tam Uyumlu Nakillerden Farklı Mı?

Bilindiği gibi kemik iliği veya kan kök hücre nakli bazı kan hastalıklarının tedavi yöntemleri arasında önemli yer tutmaktadır. Tam uyumlu vericiden nakil yapılması ideal hedef olmakla birlikte, bazı koşullarda hastalara tam uyumlu verici bulunamayabilmektedir. Bu koşullarda hastaların nakil tedavisi olabilmelerini sağlayabilecek alternatif nakil türleri ile veya farklı vericilerden nakil yapılması önem kazanmıştır. Bu yöntemlerden birisi tam uyumlu olmayan ya da yarı uyumlu vericilerden yapılan nakillerdir. Ülkemizde de son yıllarda bu konuda başarılı çalışmalar yapılmakta olup çok sayıda hastaya faydalı olunabilmektedir. Kongrede sunulan çalışmalar arasında yarı uyumlu (haploidentik) vericilerden yapılan nakillerin tam uyumlu vericilerden yapılan nakillerin sonuçları ile karşılaştırıldığı bir çalışma sunulmuştur. Bu çalışmanın sonuçlarına göre, akut lösemi tanısıyla yarı uyumlu vericilerden nakil yapılan 49 hastanın nakil sonrası verileri tam uyumlu 70 hastanın verileriyle karşılaştırıldığında nakil sonrası sağkalım, hastalıksız yaşam ve erken dönem hayati düzeyde komplikasyonlar açısından yarı uyumlu nakillerin diğer tam uyumlu nakillere göre istatistiksel düzeyde herhangi bir olumsuzluk taşımadığı, başarı oranlarının bu anlamda farklı olmadığı anlaşılmıştır.

 

Talasemi’de Demir Birikimi Engellenmelidir

Talasemi kalıtsal bir kan hastalığı, hemoglobin bozukluğudur. Hastalarda yeterince sağlıklı alyuvarlar yapılamadığından hastalar kansız (anemik) olmakta, aneminin sorunlarıyla yüzleşmektedirler. Genetik hastalık olması nedeniyle kesin tedavisi hemopoietik kök hücre naklidir. Ancak hemopoietik kök hücre nakli her hastaya uzanamamaktadır. Bunun yerine düzenli kan vermek günümüzde en iyi seçenektir. Yalnız kan verilmesi vücutta demir birikimine yol açmaktadır. Demir birikimi başta kalp yetersizliği olmak üzere pek çok sakatlık ve ölümlere yol açabilmektedir. Kan verirken, demir birikimini engelleyen ilaçların kullanılması yaşamsal derecede önemlidir. Hacettepe Üniversitesi Pediatrik Hematoloji Ünitesi’nden yapılmış bir çalışmaya göre, 7 yaşından büyük 1 yıldan uzun süre demir birikimini engelleyen ilaçları kullanan 37 hastanın sonuçlarına göre, demir birikimini engelleyen ilaçlar kalpte ve endokrin bezlerde demir birikimini ve buna bağlı gelişebilecek olumsuzlukları engellediği gösterilmiştir. Sonuç olarak, çocukluk çağında büyüme ve gelişme bozukluklarının önlendiği belirtilmiştir.

 

Kanama Bozukluğuna Bağlı Kanamaları Durduran Türk İlacının Yeni Bir Etkisi: Ankaferd Hemostat Miyelom Hücrelerini de Durduruyor

Multipl miyelom hastalığı kemik ve kemik iliğini ilgilendiren tehlikeli bir kanser türüdür. Bu hastalık kemik kırıkları, böbrek bozukluğu, kansızlık, enfeksiyonlar gibi kötü hallere neden olmaktadır. Miyelom hastalığıyla ilgili kök hücre nakli, hedefe yönelik tedaviler ve önemli gelişmeler 40. UHK sırasında Türk hematologları tarafından tartışılmıştır. Bu bağlamda ülkemizde geliştirilen ilk Türk ilacı olan Ankaferd Hemostat’ın miyelom hücre dizilerinin gelişimini engellediğine ilişkin fare çalışmaları da 40. UHK’da sunulmuştur.

 

 

 

ULUSLARARASI BİLİMSEL ÇALIŞMALARDAN HABERLER

 

1- Sessiz ölüm tromboz! Sanıldığından daha sık fakat önlenebilir. Biliyor muydunuz?

 

Dünyada ölüm nedenlerinin ilk sırasında tromboza yol açan kalp-damar hastalıkları gelmektedir. Akut koroner sendrom (kalp krizi ve benzeri olaylar) ve inmeler toplum tarafından iyi bilinen kalp-damar hastalıklarıyken, toplardamar tıkanıklığı (venöz tromboembolizm-VTE) konusunda yeterli bilgi birikimi ve farkındalık mevcut değildir.

 

Toplumda görülme sıklığı ortalama binde bir iken, sıklığı yaşla artmakta, 65 üstü yaş grubunda sıklığı binde 14’e kadar çıkmaktadır. Toplumumuzun yaşlandığı dikkate alındığında, ne kadar önemli bir sorun olduğu açıkça görülmektedir.

 

VTE hakkındaki bilinirliliği arttırmak için Uluslararası Tromboz ve Hemostaz Derneği (International Society on Thrombosis and Haemostasis / ISTH) 13 Ekim tarihini Dünya Tromboz Günü olarak ilan ederek bir farkındalık kampanyası başlatmıştır.

 

Dünya genelinde ulusal ve yerel organizasyonlar ile birlikte tromboza karşı farkındalığı arttırmak için başlatılan bu kampanyanın ülkemizdeki aktivitelerinin sorumlusu olan Türk Hematoloji Derneği’nin ulusal kongresinde önlenebilir ve öldürebilir bir hastalık olan VTE konusu ele alınmıştır. Başlatılan kampanyanın önemine atfen Uluslararası Tromboz ve Hemostaz Derneği’ni temsilen dernek başkanı da kongremizde aramızda olacaktır.

 

 

2-Bazı Kan ve Lenf Kanserlerinde Kemoterapisiz Tedaviye Doğru…

 

Kan kanserinde habis hücrelerin yapılarına ait moleküler ve genetik düzeyde bilgiler son yıllarda hızla artıyor. Bu bilgiler hastalık oluşumu mekanizmalarının daha iyi anlaşılmasına daha önemlisi kanserli hücrelerin anormal davranışlarından sorumlu bozuklukların iyice açığa çıkmasını sağlıyor. Bu gelişmeler kanser tedavisinde  kemoterapinin yerine kullanılabilecek  alternatifleri de beraberinde getiriyor.

Bunlardan birisi hücreleri kanser hücresi olarak davranmaya iten mekanizmalara yönelik noktasal hedefli tedavilerdir. Bu tedaviler günümüz tıbbının hizmetine girmiş durumdadır. Tipik örnek kronik miyeloid lösemi tedavisinde 2000’li yılların başından beri uygulamada olan tirozin kinaz engelleyici olarak adlandırılan ilaçlardır. Bu ilaçlar kanser hücrelerini doğrudan hedef alarak durdurmakta, kronik miyeloid lösemi hastalarının yaşam kalitesini arttırmakta, hastalığın hücresel, genetik ve moleküler düzeyde yanıt vermesini sağlamakta ve yaşam süresini de uzatmaktadır. Eskiden sıklıkla kemik iliği nakli ile tedavi ettiğimiz kronik miyeloid lösemi’de artık hedefe yönelik tedaviler sayesinde kemik iliği nakli yapılması gereken hasta sayısı giderek azalmıştır. Bu tedavi yaklaşımı kan ve lenf kanserleri başta olmak üzere diğer kanser türleri için de yol gösterici olmuştur.

 

Benzer gelişmeler bir başka kronik kan kanseri olan kronik lenfositik lösemide de gündemdedir. Kronik lenfositik lösemide kanserli hücre artık çok daha yakından ve ayrıntıları ile araştırılıp, çeşitli özellikleri ve hastalık mekanizmaları daha iyi ortaya konabilmektedir. Bu araştırmalar da tedavide yeni seçeneklerin geliştirilmesine ışık tutmuştur.

 

3-Kronik lenfositik lösemide de hedefe yönelik tedavi çağına gelindi!

 

Kronik lenfositik lösemi hücrelerinin yüzeyinde bulunan bazı moleküllere (antijenlere) yönelik moleküller (monoklonal antikorlar) bir süredir kronik lenfositik lösemi tedavisinde kemoterapi ilaçları ile birlikte kullanılmaktadır. Bu tedavi yaklaşımı Kronik lenfositik lösemide toplam yanıt oranlarını yüzde doksanların üzerine çıkarmıştır.

Şu sıralar ise aynı hastalık hücrelerinde hastalığa yol açacak hücresel mekanizmalar daha da anlaşılmıştır. Bu mekanizmalara yönelik hedefli tedaviler geliştirilmektedir. Bir kısmının ön klinik çalışmaları yayımlanmış, yüksek riskli hastalar da dahil olmak üzere, çok olumlu yanıtlar elde edildiği anlaşılmıştır. Üstelik hastaların tedaviye verdikleri yanıt uzun süreli görünmektedir. Bu ilaçların bir kısmı kanserli hücrenin B hücre reseptörü yolağı denilen mekanizmayı durduran ilaçlardır. Kemoterapi dışı tedavilerin Kronik lenfositik lösemide de kullanılabileceği yeni bir dönem böylelikle açılmıştır. Buna benzer başka seçenekler arasında kanser hücrelerini destekleyen çevre doku hücreleri üzerinde de etkili olan immünmodülatör ilaçlardır. Ayrıca kanserli hücrenin yaşam süresini uzatan mekanizmaları durduran ilaçlar (BCL-2 durdurucuları) da geliştirilmektedir. Bu hastalık için de ufukta yeni umutlar şimdiden görülebilmektedir.

 

4- Kronik lenfositik lösemi tedavisindeki değişiklikler yaşam sürelerini de olumlu etkiliyor mu?

 

Kronik lenfositik lösemili hastaların değişik yıllarda hesaplanmış yaşam süreleri gözden geçirildiğinde tanı ve tedavideki gelişmelere paralel olarak son dönemde daha yüksek yaşam olasılıkları ve süreleri gözlendiği çeşitli araştırmalarda ifade edilmektedir.

 

 

5-Kemik iliği naklinde gönüllü verici olmadığında ne yapılabilir? Bunun için de bazı alternatifler var.

 

ÜLKEMİZDE KEMİK İLİĞİ NAKİLLERİNDE SON DURUM

 

Hematopoetik Kök Hücre Nakli olarak da adlandırdığımız Kemik İliği nakilleri ülkemizde sürekli gelişme göstermektedir. Günümüzde 60’dan fazla ruhsatlı kemik iliği nakli merkezi mevcuttur ve 38 kadarı halen Avrupa Kan ve Kemik İliği Nakli Derneği üyesidir. Dünyada yılda 60.000 nakil gerçekleşmektedir. Türkiye’de 2000 yılında toplam 293 nakil gerçekleşmişken 2013 yılının ilk 6 ayında bu sayı 1500 dolayındadır. 2012 yılında 2500’ü aşan kemik iliği nakli yapılmış, bunların %54.6’sı otology (kendinden), %34’ü allojeneik (başkasından) kök hücre nakli olarak bildirilmiştir. Otolog ve allojeneik kök hücre nakil merkezlerinde çalışan hekim, hemşire ve diğer görevlilerin başarıları, artan deneyimleri, tedavideki gelişmeler sonucunda sağ kalım oranları ülkemizde belirgin artmış ve evrensel ölçütlere ulaşmıştır.

 

Ülkemizde allojeneik kemik iliği nakillerinde verici (donor) bulma sorunu henüz devam etmektedir. Akraba (genellikle kardeş) verici bulma olasılığı %30 kadardır. Hastaların çoğunluğu akraba dışı vericiye muhtaç durumdadır. Ülkemizde akraba dışı kök hücre vericisi kullanım oranı %16’dır. Kök hücre vericisi sayıları ülke nüfusuna oranlandığında ABD’de bu oran %2.1, Almanya’da %5.5, Türkiye’de %0.0005 olduğu dikkati çekmektedir. Ülkemizde TRİS (İstanbul Üniversitesi) ve TRAN (Ankara Üniversitesi) olmak üzere iki ulusal doku bilgi bankası vardır. Derneğimiz kök hücre nakli için doku grubu bakılan tüm bireylerden kendi hastalarına uymadığı takdirde başka bir hastaya kullanılmak üzere gönüllü verici olmalarını özendirmeyi desteklemektedir.

 

Yüksek riskli hastalarda akraba/akraba dışı doku grubu tam uygun donor bulunamazsa artık ülkemizde doku tipi tam uyumlu olmayan veya haploidentik (yarı uyumlu) nakillerde gerçekleştirilmekte ve başarı ile yapılabilmektedir.

 

Uluslararası Çalışmalar

 

Kronik Lenfositik Lösemi Tedavisindeki Gelişmeler

Eugen Tausch, Daniel Mertens, Stephan Stilgenbauer.

F1000Prime Reports 2014, 6:65 (doi:10.12703/P6-65)

Kronik lenfositik lösemi (KLL) en yaygın lösemi tipi olup, çoğunlukla yaşlı hastaları etkilemektedir. Allojeneik transplantasyon dışında hastalığı ortadan kaldırmak ve şifa sağlamak mümkün değildir. Klasik kemoterapi tedaviye gereksinim duyan hastalar için hala standart bakım olsa da, bu paradigma, KLL’deki ana patojenik yolları hedefleyen yeni tedavi ajanlarının kullanıma girmesi ile yakın gelecekte değişebilir.

 

Kronik Lenfositik Lösemide Hedefe Yönelik Tedavi Çağına Girerken: Klinisyen Üzerindeki Etkisi

John C. Byrd, Jeffrey J. Jones, Jennifer A. Woyach, Amy J. Johnson, Joseph M. Flynn

J Clin Oncol. 2014 Jul 21. pii: JCO.2014.55.8262.

Kemoterapi, kronik lenfositik lösemi (KLL) için standart tedavi olmuştur. Ancak, ibrutinib gibi B-hücresi reseptörü (BCR) kinaz önleyicilerinin kullanımının başlaması, KLL’nin tedavisinde kemoterapinin rolünü ortadan kaldırma potansiyeline sahiptir. Bu ortamda, KLL’nin eski ve yeni tedavilerinin en iyi nasıl birleştirileceği giderek karmaşıklaşmaktadır. Bu makale, klinisyenlerin kullanabildiği mevcut verileri incelemekte ve BCR sinyalizasyon önleyicileri çağında KLL tedavi planında kullanılabilecek bir strateji sağlamak üzere bu verileri birarada incelemektedir. KLL tedavisi geçtiğimiz on yıl boyunca hedeflenmiş KLL tedavi ajanlarının ortaya çıkışı ile önemli evrim geçirmiştir. Bu, gelecekte KLL’nin nasıl tedavi edileceğini tamamen dönüştürme potansiyeline sahiptir.

 

Kronik Lenfositik Lösemide Modern Tedavi: Sağkalım Üzerindeki Etki ve Yüksek Riskli Alt Gruplarda Yararı

Antonio Cuneo, Francesco Cavazzini, Maria Ciccone, Giulia Daghia, Olga Sofritti, Elena Saccenti, Massimo Negrini ve Gian Matteo Rigolin

Cancer Med. 2014 Jun;3(3):555-64. doi: 10.1002/cam4.226

Kronik lenfositik lösemi (KLL) tedavisi, genel sağkalımda anlamlı gelişme ve genetik olarak "yüksek riskli" olarak tanımlanan hastalıkta artan etkinlik ile birlikte son yıllarda önemli ölçüde değişmiştir. Genellikle genç ve iyi performanslı hastaların yer aldığı prospektif (ileriye dönük) klinik çalışmaların yanı sıra farklı yaş gruplarına mensup hastaların sonuçlarını karşılaştıran retrospektif (geriye dönük) çalışmalar da yapılmış ve en son dönemlerde tanı alan hastalarda daha uzun sağkalım olduğu gösterilmiştir. 70 yaşından daha genç hastalarda 10 yıllık göreceli sağkalım 1980'lerde %43-53 iken 2000'li yıllarda %59-63 olmuştur. Aynı şekilde, 70 yaşından büyük hastalarda 10 yıllık göreceli sağkalım 1980'lerde %22-42 iken 2000’li yıllarda %46–55 olmuştur. Hastalığın patofizyolojisinin daha net anlaşılmasını, prognoz faktörlerinin belirlenmesini ve etkili tedavi rejimlerinin tasarlanmasını sağlayan temel araştırmaların ve iyi yürütülmüş klinik çalışmaların birleşmesi sayesinde kronik lenfositik lösemi (KLL) tedavisi çeşitli bakımlardan son yıllarda önemli ölçüde değişmiştir. Modern rejimler yüksek genel yanıt oranları üretmiştir.

 

Kronik Lenfositik Lösemide Yeni Stratejiler: Tedavi Paradigmalarının Değiştirilmesi

Awan FT, Byrd JC.

Clin Cancer Res. 2014 Oct 7. pii: clincanres.1889.2014.

Son yirmi yılda, KLL genetiğinin anlaşılmasında ve çevreleyen mikroçevresinin lösemi hücresinin hayatta kalmasını nasıl etkilediği konusunda yavaş ama bilinçli ilerleme kaydedilmiştir. Farklı kromozomal anomaliler ile ilgili KLL ‘nin karmaşıklığı, genel bir anormal sinyal yolu etkinleştirmesinin olmaması ve hastalığın bağışıklığı bastırması, kronik miyeloid lösemide (KML) kullanılan imatinibe benzer hedefe yönelik tek bir tedavi geliştirilmesinde önemli bir engel olarak görülmüştür. B hücre reseptörü (BCR) tirozin kinaz inhibitörleri ibrutinib ve idelalisib ile girdiğimiz tedavi dönemi bu engeli aşacak gibi görünmektedir. Gerçekten de BCR kinaz inhibitörlerinin uygulanmasıyla hastaların büyük çoğunluğunda kemoterapiye gerek kalmadan uzun süren iyileşmeler elde edilebiliyor.

 

 

“Dünya Tromboz Günü”

Global Kardiyovasküler Ölümlerde Üçüncü Sırada Yer Alan Bacak Ve Akciğerlerdeki Kan Pıhtılarının (VTE) Hastanelerde Erken Ölüm Ve Sakatlık Nedenlerinin Başında Geldiğini Yeni Bilimsel Bir Çalışmada Açıklandı.

 

Dünya Tromboz Günü, kapsamlı bilimsel inceleme ve kamuoyu araştırması sonrası büyük ölçüde önlenebilir olan bu hastalığın farkındalığını oluşturmak ve halkı bilgilendirmek  amacı ile oluşturulmuştur.

 

Chapel Hill, NC, ABD - Dünyanın en büyük iki kardiyovasküler ölüm nedeni olan kalp krizi ve inmenin   küresel sağlık öncelikleri olduğu halde üçüncü neden olan venöz tromboembolizm (VTE) veya bacak ve akciğerlerde oluşan kan pıhtıları, büyük ölçüde geri planda kalmıştır. Bu boşluğu gidermek üzere Uluslararası Tromboz ve Hemostaz Derneği (ISTH) dünya genelinde 175'den fazla sağlık / tıp ve hasta örgütleri ile birlikte Dünya Tromboz Günü (WTD) kampanyasını başlattı.  Bu projenin amacı halkı ve hekimleri bacakta ve akciğerde oluşan kan pıhtısının ölümcül olduğu, risk faktörleri ve önlenmesi  konusunda bilgilendirmektir.

Oklahoma Üniversitesi Sağlık Bilimleri Merkezi Dekanı ve ISTH Dünya Tromboz Günü Yönlendirme Komitesi Başkanı Dr. Gary Rascomb  "Bu büyük ölçüde önlenebilir hastalık yıllarca dikkatlerden uzak kalmıştır ve bu krizi çözmek için hastalık bilincinin acilen arttırıması gerekmektedir." der ve ekler "Yaptığımız çalışmada VTE’nin küresel hastalık yükünde önemli bir katkısı olduğu görüşmüştür. Her düzeyde farkındalığı artırmak ve önlenmesini sağlamak için kişisel olduğu kadar hasta, hekim ve sağlık otoriteleri ile birlikte çalışmak zorundayız”

 

 

 

BİLİMSEL YAYININ ÖZETİ

Dünya çapında aynı anda Journal of Thrombosis and Haemostasis (JTH)[1] ve dört diğer önde gelen tromboz dergilerinde yayınlanan derlemelerden başlıca bilgiler:

• VTE’nin küresel hastalık yükünde büyük katkısı vardır: Yüksek, orta ve düşük gelirli bölgelerde her 1.000 kişinin 0.75 ile 2.7’sinde VTE’ye rastlanmaktadır.

• VTE’ye küresel hastalık sıralamasında öncelik verilmelidir. VTE Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve Dünya Bankası'nın “Global Burden of Disease, Injuries, and Risk Factors” Çalışmasına (GBD Çalışması) dahil edilmelidir. 2010 GBD çalışması arteriyel trombozun (atar damar içinde kan pıhtılaşması) başlıca nedenlerini kalp krizi ve inme olarak belgelemektedir. Ancak VTE ölüm ve sakatlık için özel bir neden olarak gösterilmemektedir.

VTE: DSÖ hasta güvenliği programı incelendiğinde hastane ilişkili advers olayların nedenleri arasında VTE erken ölüm ve sakatlığın önde gelen nedenlerinden biridir.[2]

• VTE’nin önlenmesi küresel bir sağlık önceliği olmalıdır. VTE’ye karşı kanıta dayalı önleyici tedbirlerin özellikle sistematik ve tutarlı bir şekilde kullanılması gerekmektedir. VTE’nin büyük ölçüde önlenebilir olduğu hekimler ve sağlık otoritereleri tarafından kabul edilebilir olmalıdır.

KÜRESEL KAMU ARAŞTIRMASI SONUÇLARI

ISTH adına küresel araştırma şirketi Ipsos tarafından bu yaz dokuz ülkede kadınlar ve erkekler arasında yapılan bir araştırma yaptı. Bu araştırmada;

• Yetişkinler arasında, pulmoner emboli terimini sadece yaklaşık yüzde 50,  derin ven trombozunu ise sadece  yüzde 44 katılımcı daha önnce duymuş ya da bu hastalığın farkında.

• Katılımcıların sadece 1/4 VTE için başlıca risk faktörleri arasında hastanede kalış, operasyon ve kanser olduğunun bilincinde.

 

• Katılımcıların sadece yüzde 28'i bacakta bir kan pıhtısının nasıl bir his verdiğini bildiklerini söylemiş ancak, bu kişilerin yüzde 35'i kan pıhtısı belirtilerini yanlış tanımlamış,  sadece yüzde 19’u akciğerlerde kan pıhtısı  olan Pulmoner embolinin nasıl bir his verdiğini bilmiş.

 

• Katılımcıların çoğu kan pıhtılaşması önlenebildiğinin farkında değillerdi; Bireylerin yüzde 55'i bu soru hakkında hiçbir görüş ifade edemedi yada önlenebilir olduğunun farkında değillerdi.

 

Dr. Raskop "Çok az insanın bacakta ve akciğerlerdeki kan pıhtıları ve hayatı tehdit eden ölümcül sonuçları hakkında bilgi sahibi olduğu- ve pek çok kişinin önlenebilir bir hastalık nedeniyle ölüdüğünü bildirmektedir. "İnsanların aşağıda verilen bilgilerin farkında olmaları oldukça önemlidir.

(1)    VTE risk faktörlerini bilmeliler ; (2) VTE konusunda proaktif olmalılar – VTE riskiniz konusunda doktorunuzla konuşun ve hastanede yatıyor veya cerrahi operasyon oluyorsanız, özellikle kan pıhtılaşmasının önlenmesi hakkında sorular sorun; (3) derin ven trombozu ve pulmoner emboli belirtilerini bilin ve bunları yaşarsanız derhal tıbbi yardım isteyin. "

 

HALKA YÖNELİK YENİ EĞİTİM KAYNAKLARI

WTD lansmanının bir parçası olarak, ISTH WorldThrombosisDay.org sayfasını oluşturdu. Bu sayfada VTE nedeni olan iki tip kan pıhtısı – bacakta olan derin ven trombozu (DVT) ve akciğerlede oluşan pulmoner emboli (PE)- hakkında halkı bilinçlendirme videoları risk faktörleri, belirtileri / semptomları ve sıkça sorulan sorular, anahtar terimlerle ilgili ayrıntılı bilgiler yer almaktadır. Sitede aynı zamanda sağlık uzmanları, sağlık çalışanları ve halk arasında daha fazla diyaloğu teşvik etmek için kaynaklar ve hasta broşürleri bulunmaktadır.

 

DÜNYA TROMBOZ GÜNÜ (WTD) HAKKINDA

Dünya Tromboz Günü başlangıcı 13 Ekim 2014’tür. Misyonu global kardiyovasküler ölümler başlıca nedenlerinden olan tromboz bilincini artırmak ve nedenleri, risk faktörleri, belirtileri ve bulguları hakkında farkındalık oluşturarak tromboembolik hastalık nedeniyle ölümleri ve sakatlıkları azaltmaktır. Bu misyon DSÖ'nün küresel hedefi  kapsamında olan 2025 yılında bulaşıcı olmayan hastalıklarda erken ölümleri yüzde 25 azaltmayı destekler (kardiyovasküler hastalıklar bunun önemli bir parçasıdır).  Aynı zamanda 2013-2020 zaman diliminde bulaşıcı olmayan hastalıkların önlenmesi ve kontrolü için oluşturulan  Dünya Sağlık Meclis'in küresel eylem planını desteklemektedir.

 

Bu kampanyayı karşılıksız destekleyen firmaların başında  Bayer Sağlık Ürünleri, küresel ortaklar olarak da  Boehringer Ingelheim, Bristol-Myers Squibb / Pfizer Alliance, Covidien ve Daiichi Sankyo vardır;

 

 

 

ISTH Hakkında kısa bilgi;

ISTH 1969 yılında kurulan, trombotik ve kanama hastalıklarında anlama, önleme , tanı ve tedavi konularında gelişmeyi amaçlamış, dünya çapında kar amacı gütmeyen bir organizasyondur . ISTH dünya çapında 90'dan fazla ülkede hastaların yaşamlarını iyileştirmek için birlikte çalışan yaklaşık 4.000 klinisyen, araştırmacı ve eğitimciden oluşan uluslararası bir organizasyondur. Etkinlikleri ve girişimleri arasında eğitim ve standardizasyon programları, araştırma faaliyetleri, toplantılar ve konferanslar, hakemli yayınlar ve uzmanlık komiteleri yer almaktadır.

 

THD Hakkında kısa bilgi;

ISTH’in dünya genelinde yaptığı bu kampanya partneri olan Türk Hematoloji Derneği (THD), 1967 yılında kurulmuş, ülkemizde ve uluslararası düzeylerde hematoloji alanında önemli görevler üstlenen 700’ü aşkın üyesiyle köklü bir uzmanlık  derneğidir. Kuruluşundan bu yana hedefi ülkemizde hematoloji eğitim düzeyinin yükseltilmesi ve ulusal boyutta standardize edilmesi, hematoloji ve hematolojiyle birlikte çalışan bilim dalları ile  bilgi iletişimini sağlamak, bu alandaki çalışma ve araştırmaları geliştirmek, desteklemek, bölge, yöre vb. sınırlamalar olmaksızın Türkiye Cumhuriyeti sınırları içindeki ihtiyaç sahiplerine hizmet sunmaktır. Bu amaçla hematolojide ve ilgili bilim dallarında çalışanlara mezuniyet öncesi ve mezuniyet sonrası kurs, seminer, çalıştay gibi bilimsel, aydınlatıcı aktiviteleri başarıyla gerçekleştirmektedir. 

 

Ayrıntılar için www.isth.org ve/veya www.thd.org.tr web adreslerini ziyaret edebilirsiniz.

 

Dünya Tromboz Günü güncellemeleri için Facebook (WorldThrombosisDay) ve Twitter (ThrombosisDay @) üzerinden bizi takip edebilirsiniz.

 

-Tromboz nedir? Çeşitleri nelerdir? Türkiye’de kaç kişi tromboz nedeniyle hayatını kaybediyor? Dünyada bu oran nedir?

 

Tromboz, atar ve toplar damar içinde kan pıhtısının oluşması ve kan akışını engellemesi durumuna verilen isimdir. Damar tıkanmasına bağlı olarak organ yetersizlikleri, sakatlıklar ve ölüm meydana gelebilmektedir.

 

Dünyada ölüm nedenlerinin ilk sırasında tromboza yol açan kalp-damar hastalıkları gelmektedir. Akut koroner sendrom (kalp krizi ve benzeri olaylar) ve inmeler toplum tarafından iyi bilinen kalp-damar hastalıklarıyken, toplardamar tıkanıklığı (venöz tromboembolizm-VTE) konusunda yeterli bilgi birikimi ve farkındalık mevcut değildir.

 

VTE hem bacak derin damarlarında (derin ven trombozu-DVT) hem de akciğer damarlarında (pulmoner emboli-PE) ortaya çıkabilmektedir. VTE de sakatlığa ve ölüme yol açabilir. Özellikle hastanede yatan hastaların en önemli ölüm nedenlerinin başında pulmoner emboli gelmektedir.

 

-Kimlerde ve hangi yaş grubunda daha çok görülüyor?

 

Derin ven trombozu yıllık görülme sıklığı binde 15 iken, pulmoner embolinin ise binde 9’dur. Görülme sıklığında en önemli etken yaştır. Yaş ilerledikçe görülme sıklığı artmaktadır. Altmış beş yaşından önce toplumdaki genel sıklık binde 2.3 iken, 65 yaş ve üstünde ise binde 13.8’e kadar çıkmaktadır. Erkeklerde kadınlara göre biraz daha fazla görülmektedir. Batılı toplumlarda görülme sıklığı benzer oranlarda iken Asya kökenli toplumlarda görülme sıklığı biraz daha düşüktür.

 -Kan pıhtısı oluşumuna neden olan risk faktörleri?

VTE oluşumunu kolaylaştırıcı risk faktörlerini geçici ve kalıcı risk faktörleri olarak iki ana başlıkta incelemek gerekir. Yaşamın herhangi bir zaman diliminde ve bir nedene bağlı olarak ortaya çıkan ama daha sonra tekrarlamayan risk faktörleri geçici risk faktörleridir.

 

Gebelik, lohusalık dönemi, doğum kontrol haplarının kullanımı, şişmanlık, hastaneye yatış, uzun süre hareketsiz yatmak, uzun süreli seyahatler, ortopedik ve genel cerrahinin büyük ameliyatları ve sigara kullanımı gibi durumlar geçici risk faktörlerindendir. Bu sayılanların yanında kanser, kalp yetersizliği, hastaneye yatış gerektiren dahili hastalıklar, felç ve böbrek- karaciğer gibi organ yetersizliği de VTE için risk faktörü olarak sayılmaktadır.

 

Kalıcı risk faktörleri ise çoğunlukla ailesel olup, aile bireylerinde var olan bir genetik bozukluğun kişiye geçmesi ile VTE oluşumuna yatkınlık sağlamaktadır. Vücudumuzda pıhtılaşmayı engelleyen sistemin bozukluklarında (antitrombin, protein C ve protein S eksikliği gibi) veya pıhtılaşmanın aşırı artmasına bağlı (Faktör V Leiden gibi) olarak ortaya çıkmaktadır. Ailesel trombozlar daha çok gençlerde ortaya çıkmaktadır. Yaşlı grupta bu risk faktörlerini aramak için özel çaba harcamamak gerekmektedir.

 

-Toplum bu hastalık konusunda yeterli bilgi sahibi mi?

Uluslararası Tromboz ve Hemostaz Derneği Kuzey ve Güney Amerika, Avrupa ve Uzak Doğu’yu kapsayan dokuz ülkede VTE’nin bilinirliliği konusunda bir çalışma yaptı.

Anket çalışmasına katılan erişkinlerin sadece %50’si PE’yi duymuşken, DVT terimini duyanlar ise %44’de kalmıştır.

Katılanların dörtte bir VTE oluşumuna yola açan risklerden haberdarmış. VTE belirtilerini ise sadece %28 oranındaki katılımcı bilmiş.

VTE’nin önlenebilir bir hastalık olduğunu ise katılımcıların %45’i bilmiş.

 

-Bu konuda nasıl bir farkındalık oluşturulabilir, nasıl önüne geçilebilir?

Dünya Tromboz Günü başlangıcı 13 Ekim 2014’tür. Misyonu global kalp damar hastalıklarına bağlı ölümlerin başlıca nedenlerinden olan tromboz hakkındaki bilinci artırmak ve nedenleri, risk faktörleri, belirtileri ve bulguları hakkında farkındalık oluşturarak tromboembolik hastalık nedeniyle ölümleri ve sakatlıkları azaltmaktır.

 

-Ölümlerin önüne geçmek amacıyla nelere dikkat edilmeli?

Bacak ve akciğerlerde kan pıhtısı oluşumu önlenebilir. Öncellikle bireylerin kendi taşıdıkları risk faktörlerini bilmeleri gerekmektedir. Ailesinde VTE öyküsü olanların veya geçici risk faktörlerini taşıyan kişilerin VTE hakkında bilgi sahibi olması gerekmektedir.

 

Uzun süreli yolculuklar venöz tromboz oluşma riskini 2-4 kat arttırır. Altı-sekiz saatten uzun süreli hava yolculukları başta olmak üzere tüm yolculuklar için her 1-2 saatte bir ayağa kalkılması ve yürünmesi, seyahat esnasında sigara kullanmaktan kaçınılması, baskı oluşturmayan rahat giysilerin tercih edilmesi, bacakların sık olarak kasılıp gevşetilmesi, oturma pozisyonunun sık değiştirilmesi, sıvı kaybının önlenmesi ve bu amaçla tercihen alkol içermeyen sıvıların içilmesi, varis çoraplarının kullanımı ve uzun süreli hareketsizliğe yol açabilecek yatıştırıcılar ile alkol kullanımından kaçınılması önerilir.

 

Olguların çoğunluğu hastaneden taburcu edildikten 90 gün içinde ortaya çıkar. Aslında kan pıhtıları önlenebilir, hastane yatışı sonrası ortaya çıkan önde gelen ölüm nedenidir. Hastaneye yattıktan sonra bireyler, kan pıhtısı gelişme risklerine yönelik değerlendirilmeli ve koruyucu tedavi uygulanmalıdır. Hastanede iken, hastalar hareketli olmalı ve riski azaltmak için mümkün olduğunca sık yürümelidirler. Ayrıca, en önemlisi, bazı hastalar taburcu olduktan sonra profilaksinin devam etme ihtiyacı değerlendirilerek antiembolik çorap kullanımı devam edilmelidir. Gerekirse hasta evde bakımı için talimatlar verilmelidir.

 

-Bu hastalığın belirtileri nelerdir?

Hastalığın işaretleri, bacakta pıhtı nedeniyle oluşan derin ven trombozu (DVT) ile akciğerlere oluşan pulmoner emboli (PE), birbirinden farklıdır. DVT bacak ağrısı, hassasiyet ve şişlik yaparken, PE nefes darlığı, göğüs ağrısı nefes almada güçlük ve öksürük ve bazen kanlı balgam yapabilir.

 

-Pıhtı oluşması nasıl anlaşılabilir, erken teşhis söz konusu mu yani önlenebilir mi?

Yukarıda da belirtildiği gibi bacak ve akciğerlerde anormal kan pıhtısı oluşumu önlenebilir.   Tıbbi testler tanıyı doğrulamak için gerekmektedir. İlgili testler aşağıda yer almaktadır. Kan damarlarını görüntülemek için yüksek frekanslı ses dalgaları kullanan ultrason (doppler ultrasonografi) kullanılabilir.

Venografi: Boyar madde ile damarı boyayarak bacak damarlarının içindeki pıhtı gösterilebilir.

D-Dimer testi; kan pıhtılaşmasında kanda düzeyi yükselen bir kan testidir.

Bilgisayarlı tomografi (BT) veya magnetik rezonans (MR) ile akciğer damarlarının boyar madde ile gösterilmesi ile akciğer embolisi tanısı konulabilir.

 

 -Tedavisi?

DVT ve/veya PE şüphesi olan hastalarda tanıyı doğrulamak için acilen yapılması gereken testler istenir ve hastalar kanama riski açısından hızlıca değerlendirilir. Kanama riski yüksek değil ise, sonuçlar çıkıncaya kadar kan sulandırıcı iğne veya haplarla tedaviye başlanır. Teşhis doğrulandıktan sonra en az 3 ay, genellikle 3-6 ay boyunca ilaçlar kullanılır.

 

Daha önceki standart tedavide 3-6 ay boyunca pıhtılaşma önleyici heparin ya da düşük moleküler ağırlıklı heparinler sonrası varfarin ile tablet olarak devam ediliyordu. Ancak yeni gelişimlerle hedefe yönelik tedaviler bulundu. Yeni grup kan sulandırıcılar olarak adlandırılan bu grup ilaçlar (dabigatranın, rivaroksaban ve apixaban) ülkemizde de mevcuttur.

 

Yaşamı tehlikeye sokan akciğer embolilerinde ise hızlıca pıhtıyı eritmek için bazı özel hazırlanmış pıhtı eritici (trombolitik tedavi) ilaçlar da kullanılabilmektedir.

 

-Gençlerde görülen pıhtı gelişimi neden kaynaklı ve ölümcül mü?

Kan pıhtılarının oluşumu çevresel veya yaşam şekline bağlı ortaya çıkabilir. Hastanede uzun süre yatış, östrojen kullanımı, gebelik, uzun menzilli uçuşlar bu hastalığa neden olduğu bilinirken nedeni bilinmeyen olaylar ve ailesel faktörlerde oluşumda yer alabilir.

 

-Bacak ve akciğerlerdeki kan pıhtılarının hastanelerde erken ölüm ve sakatlık nedenlerinin başında geldiğine ilişkin bilimsel çalışmayı değerlendirir misiniz?

 Dünya çapında aynı anda Journal of Thrombosis and Haemostasis (JTH)[3] ve dört diğer önde gelen tromboz dergilerinde yayınlanan derlemelerden başlıca bilgiler şu şekildedir:

 

• Dünya Sağlık Örgütü ve Dünya Bankasının oluşturduğu Küresel Hastalık Yükü listesinde VTE yer almamaktadır. Yapılmış epidemiyolojik çalışmalardan elde edilen verilere göre VTE’ye küresel hastalık sıralamasında öncelik verilmelidir. Halbuki ölüm ve sakatlığa yol açan diğer iki kalp ve damar hastalığı listeye alınmıştır.

 

• VTE’nin önlenmesi küresel bir sağlık önceliği olmalıdır. VTE’ye karşı kanıta dayalı önleyici tedbirlerin özellikle sistematik ve tutarlı bir şekilde kullanılması gerekmektedir. VTE’nin büyük ölçüde önlenebilir olduğunun bilinmesi hekimler ve sağlık otoriterleri için bir öncelik olmalıdır.



[1] ISTH Steering Committee for World Thrombosis (2014). Thrombosis:  A major contributor to global disease burden. J Thromb Haemost 2014; DOI: 10.1111/jth.12698; 12: 1580–1590. 

[2] Jha AK, Larizgoitia I, Audera-Lopez C, Prasopa-Plaizier N, Waters H, Bates DW. The global burden of unsafe medical care: analytic modelling of observational studies.  BMJ Qual Saf 2013; 22: 809−15.

[3] ISTH Steering Committee for World Thrombosis (2014). Thrombosis:  A major contributor to global disease burden. J Thromb Haemost 2014; DOI: 10.1111/jth.12698; 12: 1580–1590.